Kalkınmakta olan ülkeler için yabancı sermaye girişi çok büyük önem taşır. Çünkü bu ülkelerde yatırım yapacak yeterli sermaye birikimi henüz oluşmamıştır.
Yabancı sermaye girişinin çok olduğu bu tür ülkelerden birisi de Türkiye’dir. Yabancı sermayenin aradığı en önemli şey, güvendir. Son on yılda Türkiye’nin bu konuda sağladığı her türlü kolaylık ve uygun ortam, yabancı sermaye için Türkiye’yi cazip hale getirmiştir.
Bir ülkeye yabancı sermaye girişi ne kadar önemliyse, bu sermayenin ülkenin kalkınmasına katkı yapacak ve ülkeye teknoloji getirecek yatırımlara yönlendirilmesi de bir o kadar önemlidir.
Amaçları çok kazanmak olan yabancı sermayenin hedefinde ise, en az harcamaylaen karlı işleri yapmak vardır.
Türkiye işte bu noktada yabancı sermaye girişini iyi yönetememiştir. Yabancı sermaye gelsin de nasıl gelirse gelsin hesabı, yabancı sermayenin yukarıda altını çizdiğim hedeflerine hizmet etmiştir.
Yabancı sermaye, kurumsallaşmış ve ciddi boyutlarda kar eden Türk firmalarının hisselerini satın alarak kolay yoldan para kazanma yolunu seçmiştir.
Oysa yabancı sermayeden beklenen, yeni istihdam alanları açacak yatırımları yapmalarıdır. Buna rağmen yabancı sermaye sanayi yatırımlarına sermaye yatırmak yerine,daha çok hizmet sektöründe ki karlı kuruluşlarla evlilikler yapmışlardır.
Yabancı sermaye kuruluşlarının bu tür evliliklerin sonrasında ortak oldukları kuruluşları yeni yatırımlarla büyütme yönünde de önemli bir çabaları görülmemiştir.
Bu yabancı sermaye girişi sırasında Türkiye adına önemli bir gelişme daha yaşanmış ve Türkiye tarihinin en kapsamlı özelleştirmeleri yapılmaya başlamıştır.
Siyasi iktidarbu süreçte kar eden ne kadar kuruluş varsa, değer biçilemeyen arsaları, gayrimenkulleri ve stokta ki ürünleri ile birlikte özelleştirme adı altında elden çıkartmıştır.
Yabancı sermaye tekelleri bu fırsatı kaçırmamış ve neden satıldıkları hala anlaşılamayan ve hazineye önemli katkıları olan kuruluşları kapışmışlardır.
Özelleştirme adı altında yabancılara satılan bu kuruluşların bir kısmı ise, ülkemizin stratejik alanda ki yumuşak karnını oluşturuyordu. Bunların başında da yabancılara satılan Telekom ve bankalar geliyordu.
Mesleğim olduğu için yakından izlediğim ilaç sanayisine yabancı sermayenin girişi ile yaşanan değişimden söz etmek istiyorum.
Yirmi yıl öncesine kadar büyük bir gelişme gösteren yerli ilaç sanayisi Türkiye ilaç ihtiyacının %30-40’nı karşılar hale gelmişti. Hattabazı önemli ilaç hammaddelerini üreten sanayi kuruluşları da hizmete girmişti.
Ne var ki, Sayın Tansu Çiller döneminde Gümrük Birliği Anlaşmasının imzalanması ile ilaca getirilen patent uygulaması,henüz gelişimini tamamlayıp ilaç tekelleri ile rekabete hazır olmayan yerli ilaç sanayisine büyük bir darbe vurmuştur.
Patent Yasası ile başlayan gerileme yabancı ilaç tekellerinin yerli ilaç sanayi kuruluşları ile yaptıkları evlilik sonrası, yerli ilaç kuruluşlarının çoğu ilaç üretimi yerine bu tekellerin ilaçlarını pazarlayan kuruluşlar haline gelmiştir.
Yerli ilaç sanayinin çökmesi ile tüm ilaç piyasası yabancı ilaç tekellerinin eline geçmiştir. Bugün gelinen nokta ise, çok sayıda yaşamsal önemi büyük ilacın piyasa da bulunmamasıdır.
İlaç piyasasını eline geçiren ilaç tekelleri istedikleri fiyatı alamayınca o ilaçları piyasaya vermemektedir.
Yabancı sermayenin girişi, işsizliğe çare olacak yeni üretim merkezleri kurmak yerine kurulu ve çalışan kuruluşları satın almalar şeklinde devam eder ve bu kontrol edilemezse, korkarım yakında ülkemizde Türk işveren kalmayacaktır.
Türk işverenler ya sattıkları şirketlerinden aldıkları paralarla kenara çekilecek veya yabancı patronların yanında maaşlı personel haline gelecektir.
Bizi yönetenlerde, ülkeye yabancı sermaye geliyor diye göz boyamayı sürdürecektir.
Sonuç olarak söylemek gerekirse, yabancı sermayeden beklenen asıl amaç sağlanamamış ve Türkiye yabancı sermaye için cennet olmuştur.
Ülkemiz adına güzel olaylara tanıklık edeceğimiz bir hafta dileğiyle..